Uğur Mumcu'nun 24 Ocak 1993'te de Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önündeki arabasına konulan bombanın patlatılmasıyla uğradığı suikastte hayatını kaybetmesinin üzerinden 32 yıl geçti.
- Haberi
Bodrum Söz/ 27 Ağustos 1993. Ankara.
Hınca hınç dolu sokaklar. Gençler, yaşlılar, hatta çocuklar.
10 bin değil, 50 bin değil, 100 bin değil. 200 binden fazla.
Bir tabutun peşinde insanlar.
Gözleri yaşlı, sakin kalmaya çalışanlar, hüngür hüngür ağlayanlar.
Yürüyorlar usul usul isyankar yürekleriyle. Birbirlerinin yüzünü belki de daha önce hiç görmeyen 200 bini aşkın kişi tek ses olmuş bağıra bağıra söylüyor. Dünyanın en büyük korosu 3 gün önce kalleşçe bir saldırıyla ölümsüzlüğe gönderilen Uğur Mumcu için toplanmış, görülmemiş bir bütünlükte haykırıyorlar peşi sıra:
Şu sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğidimden kara haber verdiler
Demirden döşeği taştan sedirler
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Ne bir haram yedi ne cana kıydı
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydi
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Mezar arasında harman olur mu
On üç yıl hapiste derman kalır mı
Azrail aç susuz canım alır mı
Yiğidim aslanım burda yatıyor
Azrail aç susuz canım alır mı
Yiğidim aslanım burda yatıyor
KENDİ CENAZEZİNDEKİ ŞARKIYA AĞLAYAN ADAM
Bu Uğur Mumcu için yapılmış bir beste değildi aslında. Ölümünden çok önce yapılmıştı ve hatta kendisi de cenazesinde söyleneceğini hissetmiş gibi dinlerken ağlamıştı.
Ölümsüz bestenin sahibi Zülfü Livaneli, o günü şöyle anlatmıştı:
"Uğur Paris’te bana geldi. Bizim orada bir fakir sürgün evimiz var, eşya meşya yok. Duvarlarda Abidin Dino’nun kendi eliyle çaktığı resimler falan o kadar. Şarap içiyoruz ve Türkiye’yi konuşuyoruz.
Sonra Uğur;
- 'Napıyorsun, ne var yok' dedi bana.
- 'Yeni bir albüm kaydediyorum" dedim.
- Var mı, şimdi dinleyebilir miyiz? diye sordu. Çünkü Uğur hem yakın arkadaşımdı hem de benim eserlerim üzerine yazılar yazardı. Mesela “Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi” benim 1971’deki ilk albümümdeydi. Sonra Uğur’un onu kendi köşesinde alıntıladığı, onunla özdeşleşen, çok da iyi yaptığı bir yazısı oldu.
Evde küçük bir kasetçalarımız vardı, ona bastım, bu Yiğidim Aslanım’ı dinlettim.
Uğur dinlerken ağlamaya başladı.
- Ya niye ağlıyorsun Uğur, dedim.
- “Bu” dedi, “Sadece Nazım’a değil bütün devrim şehitlerine ağıt olmuş, ondan ağlıyorum.”
Kendi cenazesinde söylenecek şarkıya ağlayan adamdı Uğur Mumcu. Bu olaydan 10 yıl sonra tabutun içinde yatarken cansız bedeni; kendisi için 200 bin kişinin "Yiğidim aslanım burada yatıyor" diye haykıracağını nereden bilebilirdi ki?
ANKARA'DA KARLI SOKAK'TA 32 YIL ÖNCE
22 Ağustos 1942'de Kırşehir'de doğdu Uğur Mumcu. 24 Ocak 1993'te de Ankara'da Karlı Sokak'taki evinin önündeki arabasına konulan bombanın patlatılmasıyla uğradığı suikastte ve hayatını kaybetti.
"Öldü" diyemiyor aslında onun için hiç kimse.
Hani bazı insanlar ölümsüz olurlar da... Onlardandır Uğur Mumcu da işte.
Nasıl ölümsüz olduğuna gelince... Selda Bağcan'ın o muhteşem içli sesiyle dinlerken; yüreği paramparça olmayan var mıdır ki yer yüzünde.
Ağlayacağını bile bile aynı şarkıyı kaç kişi bıkmadan dinleyebilir söylesenize:
Bir pazar sabahıydı, Ankara kar altında
Zemheri ayazıydı, yaz güneşi koynunda
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana, kalemim düştü kana
Zalımlar pusudaydı bedenim paramparça
Ucuz can pazarıydı kalemim düştü kana, kalemim düştü kana
Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun
Çevirdim anahtarı apansız bir ölüme
Şarapnel parçaları saplandı ciğerime
Ucuz can pazarıydı kan doldu gözlerime, kan doldu gözlerime
İsimsiz korkuları katmadım yüreğime
Bembeyaz doğruları yaşadım ölümüne
Uğurlar olsun, uğurlar olsun
Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun
Bir keskin kalem, bir kırık gözlük
Yürekli yiğitlere hatıran olsun
BİR ÜLKEYE ADANAN ÖMÜR
Uğur Mumcu'nun 'Ölümünün' diyemiyorum yine; ölümsüzlüğe göç edişinin 32. yılı bugün.
Okuyacaksınız hemen her yerde. Yazılarını, uyarılarına... Yıllar sonra olacakları yıllar önce anlatışını.
Bunları anlattığı için yaşadıklarını... Dertlerini.
Askerliğini bile kendisini adadığı ülkesinde yedek subay olması gerekirken 'Sakıncalı piyade' olarak yapışını.
Gazetecilik yıllarını.
Kitaplarını.
Vatanseverliğini. "Ben görüş olarak sosyalist eğilimliyim. Yani emekçi sınıfların toplumda yönetimi ele almasını istiyorum. (...) Ben sosyalist bilincimi her gün artırıyorum. (...) Ulusal bağımsız sol! Ben sosyalist eğilimliyim, işçi sınıfının, emekçi sınıf ve tabakaların demokratik yollarla iktidara gelmesini istiyorum. Bu görüşümden hiç ama hiç vazgeçmedim" şeklindeki konuşmasını.
12 Eylül Anayasası'na karşı Aziz Nesin'le birlikte Aydınlar dilekçesini hazırlamasını.
Rabıtayı ortaya çıkarışı.
Mehmet Ali Ağca gerçeklerini araştırıp sonuçlarını paylaşması.
Ve daha niceleri.
24 Ocak 1993'te suikaste uğramasaydı daha neler çıkaracaklı ortaya neler.
Ama kalleşler alçakca bir yöntemle bombayla ölümsüzlüğe yolladılar onu.
Gerçi başına gelecekleri ölümünden yıllar önce bir yazısıyla bildiğini ortaya koymuştu oysa:
SESLENİŞ
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mumun ışığında bitirirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini,
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım,
unutma bizi...
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize
çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler
getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız, arabamız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı,
köylüyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını,
birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım,
unutma bizi...
Fidan gibi genç kızlardık.
Hayat, şakırdayan bir şelale gibi
akardı göz bebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında,
yirmi iki yaşında, işkencecilerin
acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçük yüreğimizle,
direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı,
bahar çiçekleri gibi taptaze inançlarımızı
fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından,
utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım,
unutma bizi...
Ölümcül hastaydık.
Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli
işkencecilerin elinde öldürüldük acımaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın
taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu. Hukuk sustu, insanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım,
unutma bizi...
Kanserdik. Ölüm, her gün
bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. yurtdışına gitseydik
kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşındaki kızlarımızı
öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak
fırlattık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında
bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım,
unutma bizi...
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğudaki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle,
ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım,
unutma bizi...
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler,
gizli emirlerle başlarımızı ezmek,
kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın dedik,
sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde
ey halkım, unutma bizi...
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi
savunduk; komunist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik;
kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı
dalgalandırdığımız bayrağımızı
daha dik tutabilmekti bütün çabamız.
Bir kez dinlemediler bizi,
Bir kez anlamak istemediler bizi...
Vurulduk ey halkım,
unutma bizi...
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadın eline, değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı,
pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla
çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık.
İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze,
mezar taşı gibi dimdik
boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım,
unutma bizi...
Bizi öldürenler, bizi asanlar,
bizi sokak ortasında vuranlar,
ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı,
ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile karşısındakilere
bağırmamış insanların gözleri önünde öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına,
batı uygarlığı adına, bizleri,
bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım,
unutma bizi...
Bir gün mezarlarımızda güller açacak
ey halkım, unutma bizi...
Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında
yankılanacak ey halkım,
unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi.,
hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi...
UĞUR MUMCU (Cumhuriyet Gazetesi, 25 Ağustos 1975)
Unuttuk mu peki.
Unutmadık unutmayacağız da. Unutamayacağız.
Sanki hala yaşıyor muş da hainlerin dosyalırının peşinde koşuyormuş gibi hissediyoruz biz.
Ölümsüzler arasında en şerefli yerlerden birine sahiptir Uğur Mumcu.
Uğursuzlara inat ölümsüzdür.
Cahit Sıtkı Tarancı'nın unutulmaz dörtlüğünde dediği gibi;
Kabrime çiçek getirenlere gülerim;
Gafil kişilermiş şu insanlar vesselâm;
Bilmezler ki, bu kabirle yoktur alâkam;
Ben o çiçeklerdeyim, ben o çiçeklerim.